Raylı sistem cenneti
Japonya çok işlevsel ve mükemmel, ama aynı zamanda en pahalı ulaşım sistemine sahip bir ülke… Japan Railway adı verilen raylı sistem, (kısaltması JR) hem şehir içinde, hem de şehirlerarası ulaşımda en etkin ulaşım sistemi. Ama bunun dışında Tokyo’da ve diğer illerde metro sistemi ve başka özel demiryolu ağları var. Bütün bunlar yanyana, birbirinin altından, üstünden geçerek adeta kılcal damarlar gibi şehirleri sarıyor. Özellikle Tokyo’da her an her yerden vızır vızır trenler geçiyor. JR ve metro mesafeye göre değişen ücretlerle taşımacılık yapıyor. Birçok hatta geçerli olan “Japan Rail Free Pass” kartını aldınız mı, işiniz kolay. Çoğu yere bilet süresi boyunca özgür bir şekilde gidebilirsiniz. Taksi her yerde çok sayıda mevcut, ama kullanılması pek önerilmez, çünkü oldukça pahalı. Ama taksi şoförlerinin nezaketini deneyimlemek için kısa mesafelerde bir iki kere binilebilir.
Şehirlerarası ulaşıma gelince, uzun mesafeleri hızla kateden muhteşem bir demiryolu sistemi mevcut. Tokyo-Osaka arasındaki 500 km’yi 2 saat 20 dakikada kateden “kurşun tren” Şinkansen’den söz etmeden olmaz. Gün içinde (sabah 5, akşam 9 arası) her 10 dakikada 1 hızlı tren mevcut. Ama fiyatları Türkiye`ye kıyasla hayli yüksek, örneğin Tokyo-Kyoto arası tek gidiş 13.500 Yen tutuyor, yani 270 TL…
Kişi başı ortalama gelirin yaklaşık 35.000 Dolar olduğu Japonya’da, bu fiyat çoğu kimseye fazla gelmiyor olmalı ki, Tokyo-Kyoto gidiş-dönüşte kullandığım Şinkansen, her iki seferde de doluydu. Tabii turistler de dünyada başka bir eşi olmayan ve saatte 320 km hıza ulaşan bu treni sıkça kullanıyorlar.
Saygı, Teknoloji ve Elektronik
Japonya’yı ve Japonları 2 kelimeyle tanımla deseler bana, şu iki kelimeyi uygun bulurdum: “Saygı ve Teknoloji” . Saygı kavramı, Japonların tüm yaşam tarzını, hayata, doğaya, bir diğerine yaklaşımını, hasılı milletçe genel karakterini tarif ediyor. Şaka gibi gelebilir, anlaması güç olabilir, ama bu gerçek. Tüm tavır ve hareketleri, gelenek ve ananeleri, davranış şekilleri, günlük yaşamda karşınıza çıkan her şey, saygı temelinde şekillenmiş bir şema ve ritüeller dizisi takip ediyor. Örnek vermek gerekirse, taksiye biniyorsunuz, son derece içten ve samimi bir şekilde eğilerek size selam veriyorlar, nereye gideceğinizi soruyorlar, inerken de yine eğilerek ve gülerek uğurluyorlar. Tüm taksi şoförleri beyaz eldiven takıyor, beyaz gömlek, siyah pantolondan oluşan bir üniforma giyiyor. Tüm taksiler pırıl pırıl tertemiz, hepsinde kredi kartı geçiyor ve anında makbuzunuzu alıyorsunuz. Metroda yol soruyorsunuz, maalesef büyük çoğunluğu İngilizce bilmiyor, ama yardımcı olabilmek için çabalıyorlar ve mutlaka yarı bellerine kadar eğilip selam veriyorlar. Bizlere biraz yabancı ve garip gelen manzaralar, ama böyle… İşte “başka bir gezegen” dememin nedeni bu. Orada kaldığım bir hafta boyunca, bir kere bile bir trafik kazası, kavga eden insanlar, birbirine bağıran, yüksek sesle konuşan insanlar, kaba ve saygısızca davranan insanlar, ya da yere tüküren ve bir şey atan tek bir insan bile görmedim. Evet, bir başka “tuhaflık” da şuydu ki, Tokyo’da ve gördüğüm diğer kentlerde sokaklarda tek bir çöp kovası yoktu !!! Yok, kaldırmışlar, yok etmişler… Herkes elindeki çöpü ufak bir poşete koyup çantasına koyuyor ve evine götürüp atıyormuş. Tüm ülkede sadece ve sadece havaalanlarında ve tren istasyonlarında çöp kovaları var, o da ayrıştırmalı ve sınırlı sayıda. Bu nedenle caddeler, sokaklar tertemiz, adeta bal dök yala…
Elektronik ise, başlı başına bir konu. Japonya denince baş konu, anlatmakla bitmez, tarif edilemez. Maalesef çok vakıf olduğum bir alan değil, bana gerektiği kadar kullanıyorum. Ama meraklısı için Japonya’nın ve özellikle de Tokyo’nun bir cennet olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, etrafa bakmak yeterli zaten. Her yerde teknoloji hayatın içinde, hayatı yönetiyor ve düzenliyor. Tabii çocuk ve gençlerden başlayarak herkes de, bu kolay ve ucuz erişebildikleri nimetten sonuna kadar yararlanıyorlar. Herkesin elinde en son model akıllı telefonlar, bilgisayarlar, tabletler. Genel sosyal alanlar ve merkezler teknoloji ile yönetiliyor, özellikle tren istasyonları, trenlerin içi, vs. Örneğin bir istasyona girdiğinizde, aynı anda düzinelerce tren farklı yönlere hareket ediyor. Hepsinin hareket yönleri, istasyonları, istasyonların arasının kaç dakika ya da saniye sürdüğü, elinizdeki bilet yerine geçen karttan her istasyon ya da parkur için kaç puan çekileceği, yani ücreti, bir bakışta göreceğiniz şekilde elektronik panolarda görüntüleniyor. Biraz aşina olduktan sonra, tüm yaşamınızı teknolojinin ellerine bırakıp, bu koskoca dünya kentinde babanızın evinde gibi rahatça ve güvenle hareket edebilirsiniz. Sadece birkaç güne ihtiyacınız var. Biz yaklaşık 2 günde falan çözdük sanırım. Tek sorun dilde. Her yerde İngilizce yazmıyor, artık onu da İngilizce bildiğini varsayıp gözünüze kestirdiğiniz bir Japonu darlayarak halledebilirsiniz…
Tokyo’nun teknoloji ve elektronik merkezi, “Electric Town” (yani elektrik şehri) adı verilen Akihabara semti. Buraya direkt ulaşan metro veya trenle gelebiliyorsunuz, ondan sonra Allah kolaylık versin, çünkü dönüşünüz öyle kolay olmuyor. Metrodan çıkıp etrafa bakınca, gözün görebildiği her yer elektronik mağazaları. Cıvıl cıvıl, kat kat ve her kat yüzlerce metrekare. İçinde kayboluyorsunuz.
Din ve gelenekler
Japonya’da tarihten gelen 2 tane geleneksel din var: Şinto ve Budizm. Şinto ülkenin en eski ve yerli dini. Eskiden ormanlarda, dağlarda, denizlerde, kısacası doğada “kami” denilen ruhların yaşadığına inanılırmış. Doğa ile uyum içinde yaşayan eski topluluklar bu ruhları sayarlarmış. İşte bu inanç Şinto dininin temelini oluşturuyor. Mabedleri ise bu tanrılara tapınılan Şinto tapınakları. Budizm ise Şinto’dan farklı olarak 6. yüzyılda, Çin ve Kore yoluyla Hindistan’dan gelmiş.Günümüzde Budizm daha yaygın ve çoğu devasa ve görkemli tapınak Budizme ait. Ama günümüzde hala düğün törenleri Şinto dininin, cenazeler ise Budizmin kurallarına göre yapılıyor. Tamamen bir sanayi ve teknoloji şehri olmuş olan Tokyo, geleneksel yapısını neredeyse tamamen kaybetmiş ve görece az sayıda tapınağa ev sahipliği yapıyor. Budist tapınakların çoğu ise, Kyoto ve Nara gibi daha geleneksel yapıdaki şehirlerde. Şintocu ve Budistlerin dışında, 16. yüzyılda Portekizli denizciler aracılığıyla gelen Hristiyanlığa mensup olan Japonlarve sonradan yerleşen küçük Müslüman topluluklar da var. Bunlara Tokyo’daki birkaç yüz kişiden oluşan Türk kolonisi, ayrıca Pakistanlılar ve diğer Müslüman Asya toplulukları da dahil. 2000’de hizmete açılan Klasik Osmanlı üslubundaki caminin yapımı, Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirilmiş. Cami günümüzde bir kültür merkezi olarak da işlev görüyor ve imamı da Türkiye’den atanıyor. Gezimiz sırasında, şimdiki genç ve güleryüzlü imamla tanışıp dost olma şansına da sahip olduk.
Japon mutfağı
Japonya’ya gitmeden önce Japon mutfağı hakkında bilgilenmeme ve çok yönlü ve zengin bir mutfak olduğunu öğrenmeme rağmen, yine de bir tedirginliğim vardı. Çok miktarda çiğ balık ve deniz ürünü barındırdığı izlenimi edinmiştim ve suşi ve çiğ balık ağzıma koymadığım şeylerdi. Ama varır varmaz ilk karşılaşmadan itibaren çok hoş sürprizlerle karşılaştım ve bu sefer de dönmeden Japon mutfağının birbirinden leziz spesiyallerini tatma yarışına girdim. Türklere hiç de yabancı bir mutfak değil ve üstelik çok leziz. Bol miktarda deniz ürününün yanı sıra, bol sebze, et, salata çeşitleri, enfes çeşnili makarnalar, pilavlar var. Bir de bize hayli ilginç görünen ve başka hiçbir yerde görmediğim hoş bir adet var lokantalarda. Lokantaların vitrinlerinde, içeride sunulan yemeklerin sanki aynıları gibi duran plastik replikaları var ve görerek seçiyorsunuz; önünüze dürüstçe ne gördüyseniz o ölçekte geliyor!
Japonlar, genelde içinde et ve sebze çeşitleri ve erişte bulunan sulu yemekler (Ramen) yiyorlar. Turşu da çok sevilen ve her sofrada yer alan bir lezzet ve biraz tatlımsı…
Yemeklerini, ekşi tatlı soya bazlı soslar dökerek tatlandırıyorlar. ‘Soba’ dedikleri makarna çeşitleri ise İtalyan makarnalarından bile daha lezzetli.
Tempuradan bahsetmeden geçmemek lazım, çünkü bana en çok hitap eden lezzetlerden biriydi. Tempura, una ve yumurtaya bulanarak, çok kızgın yağda hızla kızartılan ve çıtır çıtır yenen sebzeler ve karides,vd. deniz ürünlerinden oluşan bir yemek. Tadına doyum olmuyor.
Kısa bir süre içinde görüp tanıyabildiğim ve kısaca sizlere tanıtmaya çalıştığım Japonya ve Tokyo, gerçekten bize bir başka gezegen kadar uzak ve yabancı, ama insan yapısıyla da son derece yakın ve dost bir ülke. Ve Japonların Türkiye’ye olan ilgisi, büyüyerek artıyor. Bu ilgiden Kastamonu da nasibini alır mı derseniz, neden olmasın? Ben bunu çok mümkün gördüm, zira Japonlar tarih, kültür ve otantiklik meraklısı bir halk. Bizim tek yapmamız gereken, sahip olduğumuz kültürel değerleri, onların beğenisini kazanacak şekilde sunmaya hazırlanmak ve onların rahat edebilecekleri konaklama imkanlarını hazırlamak. Ondan sonrası “Konniçiva* Japon dostlar..”
Kastamonu, Ekim 2014