0212 251 2808 (pbx) novitas@novitas.com.tr
0212 251 2808 (pbx) novitas@novitas.com.tr

MUHTEŞEM TEZATLAR ÜLKESİ : HİNDİSTAN ve NEPAL

MUHTEŞEM TEZATLAR ÜLKESİ : HİNDİSTAN ve NEPAL

“Incredible India!”. “İnanılmaz Hindistan!” Bu basit gibi görünen ifade, Hindistan’ın son yıllarda tüm uluslararası turizm fuarlarında ve tanıtım kanallarında kullandığı reklam sloganı. İlk bakışta basmakalıp bir ifade gibi geliyor, ancak Hindistan’ı gidip gördükten sonra, ne kadar isabetli ve Hindistan’ı tam tamına ifade eden bir tanımlama olduğunu anlıyor insan.

Evet, bir milyar ikiyüz milyonu bulan nüfusuyla, Asya’nın ve dünyanın ikinci en kalabalık ülkesi olan Hindistan, aynı zamanda Türkiye’nin dört katını bulan yüzölçümü, çöl ikliminden tropikal iklime kadar tüm iklim kuşaklarına yayılan coğrafyası, bilfiil konuşulan 15 resmi dili ve 850 farklı lehçesi, rengarenk ırklar, etnik gruplar ve dinler bileşkesi, bir yanda inanılmaz zenginlik ve şaşaa, diğer yanda insanın içini burkan yoksulluk manzaralarıyla, gerçekten de inanılmazları bünyesinde barındıran renkli bir bohça gibi…
Asya’nın güneye, Arap Denizi ile Hint Okyanusu’na doğru uzantısını oluşturan bu dev ülkeyi tek bir gezide baştanbaşa katetmek ve tanımak mümkün değil elbette.
Biz de bu nedenle, Ramazan Bayramı’nda düzenlediğimiz bir geziyle, Hindistan’ın kuzey bölgelerini ve Hindistan’ın kuzey komşusu Nepal ile, onun  başkenti olan Katmandu’yu keşfetmeye çalıştık.
On günlük bir gezide o kadar yoğun izlenim ve anı birikti ki, bunların hiç değilse bir kısmını sizlerle paylaşalım istedik.
 
Himalayaların eteklerinde bir Hindu krallık: Nepal
Nepal krallığı, dünyada resmi dini Hinduizm olan tek devlet. 26 milyon nüfusu ve Türkiye’nin sadece bir tek coğrafi bölgesi kadar yüzölçümüyle, dünyanın en yüksek dağ sırası olan Himalayaların ( ortalama yükseklik 8000 metre ) eteklerinde güzel mi güzel, ama bir o kadar da yoksul bir ülke. Yıllardır krallık rejimiyle mücadele eden Maocu gerillalar, artık neredeyse ülkenin siyasi yaşamını belirler hale gelmişler. Şimdilerdeyse, hükümetle pazarlığa oturup, sosyal adaleti sağlamak için meşrulaşma yolunda bir hayli yol katetmekteler. Bu yoksul ülkenin siyasi yaşamı, son yıllarda biteviye çalkantılarla geçmiş. Bildiğimiz gibi, bundan birkaç sene önce, tüm kraliyet ailesi, bir akşam yemeği esnasında şaibeli bir şekilde öldürülmüş, aileden geri kalan tek üye olan kralın kardeşi, yönetimi ele almıştı.
Hindistan’da olduğu gibi, Nepal’de de, yoksulluk ne boyutta olursa olsun, insanların her daim sığınağı dinler, özellikle de milyonlarca  tanrısıyla ( 33 milyon tanrı !! ) Hinduizm. Tabii Nepal’de Budistler, Müslümanlar, Hristiyanlar ve başka dini azınlıklar da var, ama halkın büyük çoğunluğu Hindu dinine mensup ve dünyada tek örnek olarak devletin resmi dini de Hinduizm. Hindu dininin 3 baş tanrısından en güçlüsü olan Şiva’nın, Nepal’de Himalayaların Kailaş doruğunda doğduğuna inanılıyor.
Ancak Nepal aynı zamanda Budizm için de çok kutsal bir ülke, zira Budizm’in kurucusu ve kutsal yol göstericisi Gautama Buda, Nepal’de dünyaya gelmiş, daha sonra Hindistan’a giderek burada öğretisini yaymış. Daha sonra Budizm, gezginci rahipler yoluyla Nepal ve Tibet üzerinden tüm Uzakdoğu’ya yayılmış. Şu anda Budizm’in birçok önemli tapınağı Nepal’de bulunuyor. 1960’larda Batılı ülkelerdeki “çiçek çocukları”nın Budizm ve Hinduizm gibi mistik dinlere ve bu ülkelerin kültürlerine merak salmasıyla başlayan Nepal ve Katmandu tutkusu, bugün de tüm hızıyla sürüyor. Her yaştan Avrupalı ve Amerikalı, uzun yollar katederek, Nepal’e geliyor ve buradaki Aşram’larda ( bir tür manastır ) turuncu ihramlara girip saçlarını kazıtarak bir tür münzevi manastır hayatı yaşıyorlar. Kendilerine göre “gerçeği bulduklarına” inandıklarında ise geri dönüyorlar. Yoksul Nepal’in en önemli gelir kaynaklarından biri de, dünyanın en yüksek dağlarına, özellikle de Everest ve benzeri zirvelere çıkmak için akın akın bu ülkeye gelen dağcı ve doğa yürüyüşçüleri. Bu nedenle dağ turizmi hayli gelişmiş bir sektör. Everest’e çıkma cesareti ve kondisyonu gösteremeyenler için ise, Everest’e teğet geçen uçuşlar yapan küçük uçaklar hizmetinizde. Biz bu küçük uçaklara biraz güvenmediğimiz için bu eşsiz macerayı kaçırdık, ama grubumuzdan gidenleri de kıskandık doğrusu!
 
Kutsal nehir Ganj, kutsal kent Varanasi 
Katmandu Hindistan arasında vızır vızır işleyen uçaklar sizi kısa sürede bu ülkeye ulaştırıyor. En sık seferler de Varanasi’ye. Varanasi, Hindistan’ın ve tüm Hinduların en kutsal şehri, herkesin gitmeden ölmek istemediği ve de ölmek için gitmek istediği bir hac mabedi. Kuzey Hindistan’ın en önemli akarsularından Ganj nehri, Hindu inancına göre en kutsal nehir. Sağken günahlarınızdan arınmaya, ölünce de kıyısında yakılmaya gideceğiniz en yüce mekan. Hinduizmde cenazeler yakılıyor ve külleri bir nehre savruluyor. Bu amaçla, hemen her nehir kıyısında “gat” adı verilen, merdiven şeklinde ölü yakma yerleri var. Ölüler genellikle sabaha karşı buraya getiriliyor, akrabaları tarafından yığılan koca bir odun hevenginin üstüne yatırılıyor ve tutuşturuluyorlar. Tamamen yandıktan sonra da kalan küller, nehre atılıyor. Ancak her inançlı Hindu’nun özlemi, en kutsal nehir olan Ganj kıyısında ölmek ve burada yakılıp küllerinin bu nehre kavuşması. Burada yakılma imkanı bulamayanların külleri de kavanozlarla getirilip Ganj’a dökülüyor. Bu gerçekleştiğinde, Hindular “Nirvana” ya ulaşacaklarına inanıyorlar. Hinduizmde, tanrısal kat olan Nirvana’ya ulaşmak hiç de kolay değil. Bunun için mükemmel bir hayat sürmeniz gerekiyor. Eğer bu dünyada mükemmel değil idiyseniz, mükemmelliğe erişene kadar tekrar tekrar bu dünyaya gelmek kaçınılmaz, ta ki mükemmelliği yakalayana kadar. İşte o zaman Nirvana’ya hak kazanıyorsunuz ve bu gel-git döngüsünden kurtuluyorsunuz. İşte Varanasi’de yakılıp Ganj’a atılmak bu süreci hızlandırıyor.Yaşayan Hindular da günahlarından arınmak için Ganj’a girip yıkanıyorlar. Sonuçta ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Özellikle sabah güneş doğmadan önce bir yandan gatlarda yığın yığın odunların üzerinde bir takım insanlar yanarken ve külleri nehre atılırken, hemen onların yanıbaşında yüzlerce insan yarı çıplak veya giysileriyle aynı nehre girip yıkanıyorlar, nehrin suyunu içiyor ve hatta alıp götürüyorlar. Hayatla ölümü bu kadar yanyana hiç görmemiştik daha önce. Tabii bu benzersiz deneyimi yaşamak için, bizlerin de yüzlerce turist gibi, sabah beşte kalkıp, Ganj’daki tekne turuna katılmamız kaçınılmazdı.
Ölümsüz aşkın mabedi: Tac Mahal
Varanasi’den sonraki en önemli duraklarımızdan biri de dünyaca ünlü Tac Mahal’in kenti Agra’ydı. Bir dönem Hindistan’ın Müslüman Moğol hükümdarlarına başkentlik yapmış olan bu kent, en parlak dönemlerini, ihtişam düşkünü hükümdar Şahcihan zamanında yaşamış. Bu hükümdar, eşleri arasında en sevdiği ve daha 14 yaşındayken evlenip sarayının sultanı yaptığı eşi Mümtaz Mahal’in, on beşinci çocuğunu doğururken ölmesi üzerine kederinden kahrolur. Eşine olan sevgisini ebedileştirmek için, ülkenin tüm sanatkarlarını biraraya toplar, hazinenin tüm paralarını akıtır ve 22 yıl boyunca, renkli taşlar ve mücevherlerle desen desen işlenmiş, bembeyaz mermerden muhteşem bir anıt mezar ( türbe ) yaptırır. Ölünce kendi de buraya, eşinin yanına gömülür. Tarihin bu en dokunaklı aşk öyküsü, tarihin en büyük mimari şaheserlerinden birini yaratmış böylece. Biz de gördük, onayladık. Batılı bir gezginin sözüne hak verdik: “Tac Mahal’i görmeden ölme” demiş kendisi…..
Bu arada, Tac Mahal’in mimari dekorasyonunu oluşturan, mermer üstüne renkli taşlarla kakma tekniğiyle yapılmış sanat eserleri, her Hindistan gezisinin en popüler hediyeliklerinden. Zaten alınacak neler yok ki bu zengin ülkede: çeşit çeşit ve sudan ucuz kıymetli taşlar ve altın, gümüş zevkli takılar, harikulade ipekli dokumalar, her cins ve ucuz baharat, yünlü şallar, ahşap, taş, vb. oyma eserler, daha neler neler….
 
Delhi: Modernle gelenek birarada 
Anlatmakla bitmeyecek birçok kenti gezdikten sonra, gezimizin son durağı Delhi’ye geliyoruz. Hindistan’daki ilk  Müslüman ( Türk bir hanedan ) sultanlığın merkezi olan, daha sonra Moğol  Sultanlara başkentlik yapan “Eski Delhi” , İngilizlerin 19. yüzyılda kurduğu ve klasik İngiliz şehir plancılığını uyguladıkları Avrupai görünümlü “Yeni Delhi”yle tam bir tezat oluşturuyor. Bu arada Hindistan’da İngiliz varlığından bahsetmek şart. 17. yüzyılda ticaret kolonileri yoluyla Hindistan’a adım atan İngilizler, bu koca yarımadanın, yüzlerce miharacenin rekabeti ve savaşları ile bölünmüş yapısından yararlanıp, sömürge valileri eliyle giderek merkezileşen bir yönetim kurmuşlar ve 19. yüzyılda hemen hemen tüm Hindistan’ı tek merkezden yönetir olmuşlar. Bu merkez önceleri Kalküta iken, sonra Delhi’ye taşınmış. Kuzeyden güneye, Hindistan’ın her yerinde, özellikle baharat, ipek, mücevher, pamuk, yün, çay, kahve, yani maddi zenginlik adına nerede ne varsa, oralarda ciddi koloniler oluşturmuşlar; kendi asker, yönetici ve tüccar sınıfları için uygar, temiz ve mamur çevreler yaratmışlar. Ancak yoksul Hintli halkın yaşamında hiçbir şey değişmemiş ve sonucu hepimiz biliyoruz. Gandi adındaki ufak tefek dev adamın kişiliğinde ayaklanan Hint ulusunun iradesi, 1947’de ülkeyi bağımsızlığa kavuşturmuş. Ancak 200 küsur yıllık sömürge dönemi ülkeyi öyle bir yoksullaştırmış ki, Hint halkı hala bunun acısını çekiyor. Üstüne bir de kontrol edilemeyen nüfus artışı gelince yoksulluğun önü alınamıyor. Sokaklarda hiçbir şeyi olmayan yarı çıplak insanlar pislik içinde debeleniyor ve karınlarını ancak dilenerek doyuruyorlar. Bunların sayısı milyonları buluyor. Her gezdiğim yerde şöyle düşündüm: ”Eğer İngiliz olsaydım, bu ülkeye asla turist olarak gelmeye cesaret edemezdim. Buradaki yoksulluğu görüp, milletimin bundaki payını düşünerek, utancımdam yerin dibine geçerdim. Ve biraz gururla şöyle de düşündüm: Osmanlı fethettiği hiçbir ülkede böyle davranmamıştır. Tam tersine medeniyet ve kültür getirmiştir.”

Delhi’de Gandi’nin yakıldığı yer, en kutsal ziyaretgahlardan biri doğal olarak, tabii onun da külleri Ganj’a atılmış.

Hint mutfağı: zehir ne kadar leziz olursa!
Yediğin içtiğin senin olsun, gördüğünü anlat derler dilimizde. Gördüklerimin ancak küçük bir kısmını anlatmaya çalıştım. Ancak yediklerimden, daha doğrusu “yiyemediklerimden” de bahsetmeden geçemeyeceğim son olarak. Hintlilere sorarsanız, tartışmasız dünyanın en lezzetli mutfağı Hint mutfağıdır. Gerçekten de sebzenin envai çeşidini, kutsal hayvan sığır hariç her türlü eti, özellikle kıyı bölgelerinde zengin balık ve deniz ürünlerini çok ustaca, türlü tariflerle pişiriyorlar. İlle velakin o baharatlar! Yüzyıllardan beri tüm Avrupa’ya baharat ihraç eden bu zengin ülkenin, bu binbir çeşit baharatını kendi mutfağında kullanmaması düşünülemezdi. Her yemeğin içinde birden fazla baharat var ve hepsi de bizim damak tadımıza göre inanılmaz derecede acı. Hindistan’da Urfalılar falan rahat yemek yiyebilir diye düşündüm hep. Ama acıyı veren sadece kırmızı biber de değil. Aksine biber nispeten az kullanılıyor. Bir dizi başka acı baharat, yemeklere hem acı, hem de keskin aromatik tad ve kokular katıyor. Bizim için çok alışılmadık. Bu nedenle birçok yerde İtalyan, Çin, vb. mutfaklara talim etmek zorunda kaldık. Ama gelirken birkaç çeşit baharat, özellikle de 40 çeşit baharatın karışımı olduğu söylenen “curry”i getirmekten geri kalmadık, azar azar kullanmak şartıyla!
 
Evet, 10 günlük gezimizden birkaç kısa anı böyle. Anlatamadığımız pek çok anı daha var, örneğin bir taşra şehrinde siyasi bir çatışanın tam ortasında kalıp vızır vızır uçuşan kurşunlardan kaçıp ilk bulduğumuz Hint ailesinin evine sığınmamız, tapınakları mekan tutan ve belimizdeki çantadan cüzdan çalmaya kalkan hırsız maymunlar, fil sırtında gezintiler, yolların ortasına yayılıp, dakikalarca trafiği tıkayan “kutsal inekler”, tüm bir kasaba halkının caddeler boyu göbek ata ata kutladığı sokak düğünleri, tüm canlıları kutsal sayan ve ağzına sinek kaçarsa günah işleyeceğinden korktuğu için ağzı bantlı gezen Jain dini mensupları, kendilerini dine adamış, malsız mülksüz yarı çıplak gezen münzevi tapınak yoksulları “sudra”lar ve daha neler neler…
Anlatmakla bitmez Hindistan. Gidip görmek de biraz yürek istiyor, oradaki yoksulluk ve çelişkilerle yüzleşmek açısından. Ama meraklısına sadece 6 saatlik bir uçuş ve bambaşka bir dünyadasınız………..
İstanbul, 2007

  • çerez

çerez

kabul