0212 251 2808 (pbx) novitas@novitas.com.tr
0212 251 2808 (pbx) novitas@novitas.com.tr

İNANÇ TURİZMİ ve İSTANBUL

İNANÇ TURİZMİ ve İSTANBUL

TÜRSAB İSTANBUL İNANÇ SEMPOZYUMU’NDAKİ SUNUM
Gülsen Kırbaş (TÜRSAB Kültür Turizmi Komitesi Sekreteri)

Herkese merhaba.

Bu anlamlı toplantıda, özellikle ağırlıklı olarak meslektaşlarımızın katıldığı bu panele konuşmacı olarak davet edildiğim için meslek örgütümüz TÜRSAB’a öncelikle teşekkür ediyorum.
TÜRSAB’da bir yılı bir aşkın bir süredir “ Kültür Turizmi Komitesi” adı altında bir komite faaliyette ve ben de bu komitenin bir üyesi olarak, Türkiye’de turizmin en önemli çıkış yollarından biri olarak gördüğümüz kültür turizminin gelişmesi, bunun önündeki engellerin saptanması ve ortadan  kaldırılması yönünde çalışmalara katılıyorum. Bu yolda, gerek bugüne kadarki mesleki hayatımda, gerekse kişisel formasyonum sayesinde edindiğim birikimleri seferber etmeye çalışıyorum.
İşte bugün burada, Kültür Turizmi Komitesi üyesi olduğum kadar, kültür turizmi yapan bir seyahat acentası temsilcisi olarak da bulunuyorum ve esas olarak bu ikinci kimliğim ve mesleki deneyimlerim, anlatmaya çalışacaklarıma daha çok yön verecek.
Bütün konuşmamı üzerinde kurduğum temel önermeyle söze başlamak istiyorum: Bana göre kültür turizmiyle inanç turizmi birbirinden ayrılamaz. Aralarında sıkı bir bağ vardır. Bu düşüncemi şöyle açmaya çalışacağım:
İnanç turizmini, içeriği ve yapılış amacı itibariyle iki kategoride incelemek mümkün: Birincisi, sadece tapınma ya da ibadet amaçlı olarak belli yerlere, ziyaretgahlara gidip, orada dini vecibeleri yerine getirip geri dönmek şeklinde özetlenebilir. Bu ziyaretlere geniş anlamda “hac turizmi, ya da dini vecibe turizmi ya da dini ziyaret” gibi genel bir ad vermek gerekir. Bu tür turizmin en belirleyici özelliği, yılın belirli dönem ve tarihlerinde, çok spesifik belirli mekan ve destinasyonlara, çok belirli bir takım gruplar tarafından yapılıyor olması ve bu gezilerde, başından sonuna kadar belli ritüellerin ve kuralların uygulanıyor olmasıdır. Buna dünya çapında en iyi örnek, hepimizin bildiği, Mekke’ye ve Kutsal Topraklara yapılan hac ziyaretidir. Aynı şekilde Batı’da ve Hristiyanlıkta da bunun karşılıklarını bulmak mümkündür.
Ancak bunu yaparken, yeni ve yabancı bir ülkeye veya şehre gitmek, orada farklı kültürlerden insanlarla karşılaşmak ve kültürel alışverişte bulunmak, farklı lezzetler tatmak, hatta o bölgeye veya ülkeye özgü hediyelik eşyalar alıp getirmek, gezinin “turizm” boyutunu oluşturur.
Bu haç amaçlı yapılan turizmin dışında, daha geniş anlamda belli bir dinin veya aynı anda birkaç dinin, kutsal mekan ve alanlarını görmeyi, tanımayı, dinin içeriğini ve tarihini daha iyi anlamayı ve bu yoldan kültürel ve manevi zenginleşmeyi hedefleyen bir turizm hareketi de vardır ki, bu turizm türü kişilerin mensup oldukları dinden farklı din ve inanışları tanımaya yöneliktir daha çok. Tabii ki kendi dini daha iyi tanıma amaçlı da olabilir.
Böyle bir geziye çıkan bilinçli bir turist, gezdiği rota üzerindeki dini mekan ve ziyaretgahları, bunların tarihini, gelişim sürecini, gösterdikleri değişimi, mimari yapılarını, mimari ve sanatsal gelişim süreçlerini, diğer inançlarla etkileşimleri, bu yapı ve merkezlerin manevi ve sosyolojik etkilerini, cemaat içi ilişkilerini, ilgili cemaatlerin sosyolojik yapılarını ve diğer cemaatlerle ilişkilerini, vs., vs. birçok konuyu merak edecek ve inceleyip öğrenecektir. İyi tasarlanmış bir inanç turu da, zaten bu soruların hepsine cevap vermelidir.
Bu yönleriyle de inanç turizmi, aslında kültür turizminin tam da kendisidir.
Konu İstanbul’da inanç turizmi olunca, belki de dünyanın en zengin, en renkli kombinasyonları, ilginç tur programı seçenekleri söz konusu olmaktadır.
Gerçekten de Kudüs’ün dışında, dünyada 3 semavi dinin ve bunların alt inanışlarının, mezheplerinin çok önemli kutsal mekanlarının yan yana bulunduğu böyle başka bir yer yoktur.
Ben, öncelike İstanbul’un dinlerin buluşma noktası olarak taşıdığı önemi, burada temsil edilen ve yaşayan dinlerin ve bunların kutsal mekanlarının kısa bir envanterini vererek ortaya koymak istiyorum.
İstanbul’da tapınma mekanları olan semavi dinler ve mezhepler:
 
– İslamiyet
– Hristiyanlık ve alt kiliseleri:
– Rum Ortodoks Hristiyanlık ( Dünya Ortodokslarının manevi liderliğidir-Fener )
– Ermeni Gregoryen Hristiyanlık (Türk Ermeni Gregoryen Cemaatinin Patrikliği Kumkapı’da)
– Ermeni Katolik Hristiyanlık
– Latin Katolik Kilisesi ( Vatikan temsilciliği )
– Anglikan kilisesi
– Protestan kilisesi
– Süryani Ortodoks Kilisesi ( S. Kadim )
– Süryani Katolik Kilisesi
– Bulgar Ortodoks Kilisesi
– Türk Ortodoks Kilisesi ( Patriklik )
– Keldani Kilisesi
– Musevilik ( Aşkenaz ve Sefarad sinagogları )
 
İstanbul’da toplam 2000’in üzerinde caminin, 340’ı suriçinde yer alan Osmanlı camileridir. Bunların 11 tanesi, padişahlar tarafından yapılmış, Cuma hutbesi okunan Selatin camileridir.
35 kadar Ermeni kilisesinden % 95’i Ermeni Gregoryen, %5’i ise Ermeni Katolik kiliseleridir.
Toplam 22 sinagogun ise, çoğu kapalıdır. Bunun en önemli nedeni cemaat eksikliğidir.
İbadete açık Rum Ortodoks kiliselerinin sayısı  95’tir.
Görüldüğü gibi her 3 dinin çok önemli otorite merkezleri İstanbul’da birbirlerine yakın mesafelerle yan yana durmaktadırlar.
Bunların dışında, her üç dinin kendi kutsal mekanları, örneğin Müslümanların türbeleri ( Yuşa Hz., Telli Baba, Oruç Baba, Zuhurat Baba ), Rum Ortodoksların ayazmaları ve manastırları, Ermenilerin, Rumların patrik veya azizlerinin mezarları gibi yerler, din ve inanç amaçlı ziyaretgahlardır.
Aslında bu kadar zengin inanç turizmi potansiyeline karşın, İstanbul’da bu içerikte ciddi bir  turizm hareketliliği olduğunu düşünmemekteyim.
Gerçekten de, inanç turizminin kentimizde gözlemlediğimiz somut biçimi, Ramazan aylarında Sultanahmet’te ve Eyüp semti ve camii çevresindeki çok sayıda otobüs, kurulan çadırlar, standlar, belli dönemlerde belli türbeler çevresinde görülen hareketlilik ve bunun dışında Fener semtinde Noel ve Paskalya dönemlerinde yine yol kenarlarına parketmiş çok sayıda yabancı plakalı otobüs ve yoğun sayıda yabancı konuktan ibaret diyebiliriz.
Bu turizm hareketliliğini, gerek iç turizm, gerekse incoming turizmi olsun, saygıyla karşılıyor ve talep ediyoruz. Ancak bunun yanı sıra, İstanbul gibi zengin bir cevherin içinde yaşayarak, biz turizmcilerin inanç turizminden alacağı pay, ya da yaratacağı değer sadece bu kadar mı olmalıdır?
Benim bu soruya cevabım kocaman bir hayırdır.
Ben konuşmamın bundan sonraki bölümünde, her dinden gezginin kültürel amaçlı olarak yapacağı “dini mekanları ve rotaları” hedef alan kültür turlarından bahsetmek istiyorum.
Bu anlamda İstanbul’da inanç turizmi, gerçekten de, demin sözünü ettiğim “inanç kültürü turizmi” olarak algılanmak durumundadır.
Öncelikle incomingde geleceğimizin kültür turizminde olduğunu düşününce, İstanbul’da yeni rotalar bulmak, yeni programlar yaratmak gerekliliği iyice belirginleşmektedir.
İstanbul’a gelen yabancı misafirlerin büyük çoğunluğu, klasik Sultanahmet programı olan, Hipodrom, Sultanahmet Camii, Aya Sofya, daha sonra Topkapı Sarayı, daha sonra zaman elverdiğince, Süleymaniye, Eyüp, Mısır Çarşısı, Boğaz ve Asya yakası şeklinde en fazla 2-2,5 günde özetlenecek programlara talim etmektedir.
Türkiye’nin bir numaralı destinasyonu olmaya aday İstanbul’un kültür turizmi potansiyeli bu programlarla yükseltilemez. İstanbul için birçok farklı temalar etrafında farklı tematik programlar düzenlenebilir. Bunlar arasında İstanbul’un farklı dönemlerini ele alan mimari, sanat tarihi ağırlıklı turlar, renkli etnik yapısını ve kültürel yaşamı konu alan turlar, gastronomik turlar ve daha pek çok benzer program sayılabilir.
İşte bunlar arasında, bundan sonra “inanç kültürü turizmi” adını vereceğim ve bu tür turizm için terminolojik olarak kullanılmasını önermek istediğim turizm türü önem kazanmaktadır.
Farklı yabancı ilgi gruplarına, İstanbul ve yakın çevresindeki farklı inanç merkezlerini, mabetleri, çeşitli inanç gruplarının sosyal kurumlarını, cemaatlerinin renkli sosyal hayatını, kültür ve sanatını tanıtan programlar yapmak, İstanbul’un özellikle kitle turizminin akınından korunmuş tarihi ve vakur semtlerinde adeta bir mücevher gibi saklı kalmış olan birbirinden ilginç yapılarını, sosyal tarihleriyle birlikte tanıtmak, kültür turizmine yepyeni ufuklar açacaktır.
Aynı şekilde yerli gruplarımız için de inanç temalı turlar, son yıllarda giderek daha ilginç hale gelmiştir. Bu konuda tur programı arzı da giderek artmaktadır.
Benim acentam,  iç pazara yönelik bu günübirlik İstanbul programlarını, kuruluşunun hemen ardından 1997 yılının bahar aylarında sunmaya başladı. Ve hemen büyük ilgi gördü. Müşterilerimiz adeta, “Aklınızla bin yaşayın, iyi ki akıl ettiniz bu turları, kentimizde yaşanan inanç zenginliğinden bihaberdik, diğer inançları anlamak ve yakınlaşma için fırsat bulduk” dediler.
İstanbul’da günübirlik olarak düzenlediğimiz inanç teması içeren turlarımızdan bazıları şunlar:
* İstanbul’da Dinler Mozaiği (Taksim Gümüşsuyu Süryani katolik kilisesi ( Süryani ), Balıklı Rum Ortodoks Manastırı ve Patrik mezarları ( Rum Ortodoks ), Fener Bulgar Kilisesi
( Bulgar Ortodoks ), Fener Rum Patrikhanesi ( Rum Ortodoks ), Balat Surp Hreşdagabet kilise ve ayazması ( Ermeni Gregoryen ) , Balat Ahrida Sinagogu, Eyüp Camii ve çevresi, Piyer Loti)
*Kadırga’dan Samatya’ya  Dinler Mozaiği (Kadırga semti, Sokullu Camii, Kadırga Hamamı, Ayia Kiryaki Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Panayia Elpida Rum Ortodoks Kilisesi, Surp Harutyun Ermeni Kilisesi, Ermeni Patrikhanesi ve Kiliseleri, Ayios Teodoros Rum Ortodoks Kilisesi, Surp Tateos Ermeni Kilisesi, Yenikapı semti, sahil surları, Narlıkapı, Studion Manastırı, Samatya semti )
* Eyüp ve çevresinde İslam dininin kutsal mekanları
* Haliç ( Fener-Balat-Ayvansaray )
* Fatih-Edirnekapı hattında Bizans’tan günümüze dini ve sivil yapılar
* Galata ve Pera
* Pera’da Noel kültürü ve Müzikleri ( kiliselerde org eşliğinde Noel şarkıları ve arya    dinletisiyle
* İstanbul’un geçmişinde Tekkeler-Zaviyeler-Dergahlar
* Boğaz’ın her iki yakasında gayrimüslim mahalleler, kültürler, dini yapılar
 
Bu liste daha çok uzatılabilir. Son yıllarda giderek artan sayıda acenta bu konuya ilgi göstermekte ve benzer temalı turlar sunulmaktadır. Yerli gruplar açısından bu ilgi artışı çok sevindiricidir.
Tabii bu tür turlar, rehberlik açısından da oldukça yoğun bir bilgi birikimini gerektirmekte ve bu da kaliteli rehberliği talep etmekte ve özendirmektedir. Söylemeye gerek yok, bu performansı gösteren rehberler için maddi açıdan de daha doyurucu olmaktadır.
Yine Türk müşteri açısından değerlendirildiğinde, bu turlar aracılığıyla, İstanbul’da yaşayan farklı cemaatlerin daha yakından tanınması mümkün olmakta, daha önce hiç bilinmeyen farklı semtler ve mahalleler keşfedilmekte, sohbetler yapılmakta, bu cemaatlerin dini inanışları ve sosyal yaşamları hakkında yakın bilgiler edinilmektedir. Ziyaret edilen bir kilisenin papazı veya zangocu, ya da caminin imamı, genellikle çalıştığı ve yaşadığı yer hakkında uzun bilgiler vermeye çok istekli davranmaktadır. Bütün bunlar kültürel kaynaşmaya yol açmaktadır.
Yabancı misafirler için de benzer şeyler söylemek mümkündür.
Bunlar olumlu yanlar: Ancak konuşmamın tam da burasında, dün sevgili meslektaşım arkadaşım Yusuf Örnek’in vurguladığı sakıncalara gelmek istiyorum.
Tüm Türkiye çapında kitle turizmine konu olan inanç mekanlarının bakımı olabildiğince iyi yapılmaktadır. Bu mekanlar iyi de gelir getirmektedir. Örneğin Efes Meryem Ana, Konya Mevlana Müzesi, İstanbul’daki Sultanahmet, Süleymaniye gibi camiler. Ancak kitle turizminin dışında kalan bazı dini öneme sahip yerler ihmal edilmektedir. Oysa gerek Türkiye’nin her tarafında, gerekse İstanbul’da, özellikle suriçi bölgesinde sayısız tarihi eser niteliğinde dini mekan bakımsız, hatta kimisi perişan haldedir.
Bu mekanları inanç kültürü turizmi kapsamında ziyaret etmede ciddi sorunlarla karşılaşılmaktadır. Mekanların çoğu kapalıdır, açtırılamamaktadır, bakımsızlık ve pislik büyük sorundur.
Örnekler: Camilerimizden çiniler sökülmektedir, halılar çalınmaktadır, kiliselerde mozaik ve fresklerin bakımsızlıktan çürüyüp dökülmektedir, bazı yapılarda cam-çerçeve kırıktır, içeride kuşlar gezmekte, kiliselerin çanları çalınmakta , bazan görevli ve ilgili kimse bulunamamaktadır. Görüntü ve ses olarak kötü hoparlörler, kötü ışıklandırmalar, çevrenin düzensiz olması, yönlendirmelerin, levhaların olmaması, otopark bulunmaması, bazı yapıların tehlike altında bulunması ( örneğin Bulgar Sveti Stefan kilisesi Haliç’e doğru kaymaktadır ve acil önlem almak gerekmektedir. ) Bazı dini mekanlara ulaşımın tekinsiz, ara sokakların güvensiz olması…. Bazı dini mabetlerde güvenlik de sorun oluşturmaktadır. Mabedi güvende hissetmeyen yetkililer, haklı olarak ziyaretleri kısıtlamak zorunda kalabilmektedirler. Dini fanatizm, maalesef zaman zaman bu sonuçlara yol açabilmektedir.
Çözüm önerileri:
İnanç turizmini geliştirmek istiyorsak, hele yabancı turist getirmek istiyorsak, önce dini mekanları bakımlı, temiz, rahat gezilebilir ve güvenli hale getirmek zorundayız. Bunların önemli bölümü Vakıfların uhdesinde olduğu için, bu yapıların iç ve dış bakım konusu vakıflarla işbirliği içinde çözülmelidir. Bunun dışında Kültür ve Turizm Bakanlığı, yerel yönetimler, Valilik ve tüm ilgili kademeler yetki kullanmalıdır.
İstanbul’daki dini yapı ve merkezlerin envanteri, İl Kültür Müdürlüğünce mevcut durumlarıyla birlikte acentelere sirküle edilebilir. Kültür Bakanlığı ve TÜRSAB işbirliğiyle inanç turizmi program ve rotaları çıkarılıp, önce pilot seçilenlerden başlayarak, giderek tüm İstanbul sathında bunların gerçekleştirilebilir hale getirilmesi, sorunların giderilmesi için çalışmalar yapılabilir. Örneğin her rotaya bir veya birkaç sponsor bulunabilir, slogan: “ Sen de bir kültür rotası yarat.”
Bu güzergahta sponsorların adına levha çakılabilir.
Farklı dini cemaat mekanları için bu cemaatlerin liderleri bu projeye katılmalı, belirlenen dini mekanların sorunsuz, bakımlı ve açık kalması sağlanmalıdır. Gerek duyulursa, güvenlik için mutlaka güvenlik güçleri devrede olmalıdır.
Belediyelerin bu konuya duyarlı olması sağlanmalı, bu “kültür rotası yaratma” çalışmasına herkesten önce belediyeler katılmalıdır.
Bu konuda örnek belediyelerden biri Fatih Belediyesi’dir. Ayvansaray’da yürütülen Türk mahallesi projesi, İstanbul’un belki de en renkli kültürel yapıya ve dini zenginliğe sahip bölgelerinden birinde yapılmış bir rehabilitasyon ve turizme kazandırma projesidir. Bu bölgede birkaç metre arayla yan yana bulunan dini yapılardan birkaçını saymak gerekirse: Emir Buhari tekkesi kalıntısı, sahabe mezarları, Blaherna Ayazma ve kilisesi, yine bir Bizans kilisesinden dönüşmüş olan Atik Mustafa Paşa Camii, büyük olasılıkla bir Sinan Camii olan İvaz Efendi Camii.
Bu proje bittiğinde, bu bölgeye günübirlik gelen turistler ve buradaki butik tesislerde konaklayacak olan kişiler, doğrudan doğruya kendilerini bu kozmopolit dini ortamın ortasında bulacaklar ve hem kültür, hem inanç turizmini, ya da inanç kültürü turizmini yaşamış olacaklardır. Tabii bu süreç içinde bölgedeki dini yapıların da bakımı ve onarımının yapılması ve ziyarete açık tutulması projenin bir parçası olmalıdır.
Aynı şekilde UNESCO destekli yürüyen Fener-Balat rehabilitasyon projesi de, birkaç yıl içinde bu bölgenin fiziki ve sosyal açıdan sağlıklı hale gelmesiyle, genel olarak turizmin ve özelde de inanç kültürü turizminin daha rahat yapılmasına hizmet edecektir.
Kanımca benzeri rehabilitasyon projelerinde sadece tarihi yarımadada değil, Haliç’in kuzeyindeki semtlerde, örneğin Galata, Beyoğlu, Tarlabaşı gibi semtlerde de ihtiyaç vardır.
İstanbul’da bu tür projeler çoğaltılmalıdır.
 
Konuşmamın sonuna gelirken, İstanbul’un taşıdığı yüklü inanç turizmi potansiyelinin, 2010 Avrupa Kültür Başkenti projelerinde nasıl değerlendirildiğini kısaca vurgulamak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, İstanbul 2010 yılında Almanya’dan Essen ve Macaristan’dan Pecs kentleriyle birlikte Avrupa’nın 3 kültür başkentinden biri olmaya adaydır. Bu amaçla 2000’lerin başlarından beri yoğun bir hazırlık çalışması yürüten sivil toplum kuruluşları, Brüksel’deki adaylık başvurusu için çok detaylı bir projeler hazırladılar ve bunları bir kitapta topladılar.
Bu projelerden bazıları doğrudan İstanbul’da dinleri ve dinlerin kardeşliğini konu alıyor ve şöyle özetlenebilir:
1- İkonalar ve Kutsal Emanetler Sergisi: 2010 yılında Aya İrini kilisesinin Atrium bölümünde açılacak ve çok zengin koleksiyonların bir araya getirilmesiyle oluşacak olan Hristiyan ikonaları ve Müslümanlığın kutsal emanet ve objelerini kapsayan sergi projesi.
2- Yüzyıllar Boyunca Aya Sofya Projesi: Aya Sofya kilisesinin tarih boyunca önemini vurgulayacak ve geleceğe daha iyi korunarak aktarılmasını sağlama yönünde bilimsel görüşleri bir araya getirecek olan bilimsel bir sempozyum projesi
3- İslamiyet ve İnsanlık: İslamiyetin insanları sadece iyiye ve doğruya yönlendirmek amacıyla doğduğunu ve hümanist doğasını bilimsel olarak ortaya koymayı amaçlayan bilimsel sempozyum. Uluslarası nitelikte olacak ve İslamiyetin Batıyla ilşkisini irdeleyecek olan bu sempozyum aynı zamanda bu tema etrafında uluslararası bir sanatsal sergiyi de hedefliyor.
4- İnanç Günleri Sempozyumu: Şu anda üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz TÜRSAB’ın bu projesi, 2010’da daha görkemli ve kapsamlı biçimde yine İstanbul’da gerçekleşecek.
5- Hıdrellez: Kökenleri paganizm ve şamanizme dayanan ve tek tanrılı dinlerde de devamlılığını bulan, baharın kutsanması ayini, Müslümanlık’ta da Hızır ve İlyas peygamberlerin insanların dileklerini 5/6 Mayıs gecesi yerine getirmesi inanışıyla bir bayram havasında gerçekleştirilir. Tamamen inançlarla ilgili bu ayin/şölen, 2010 yılında kentimize gelecek olan yabancılara, İstanbul’un özgün bir rengi olarak yaşatılacaktır.
2010 yılında İstanbul’a 10 milyon turist beklediğimizi göz önüne alırsak, tüm bu projeler, doğal olarak kültür turizmine de hizmet edecektir.
Konuşmamaın sonuna gelirken, şunları tekrar vurgulamak istiyorum:
Biz inanç kültürü turizmini, öncelikle gelir için değil, döviz için değil, her şeyden önce kültürlerin kaynaşması ve insanların birbirini anlaması  için istiyoruz. Ve bu turizm hareketinin, her biri birer kültür hazinesi olan mabetlerimize zarar vermesini değil, tam tersine onların korunmasına katkı yapmasını istiyoruz. Turizmi bu yönde bir enstrüman olarak kullanmak gerektiğini düşünüyoruz.
Ve ben kendi adıma,  bu dileklerin gerçek olması için, yaşadığımız coğrafyada biraz daha, hatta birazdan da fazla hoşgörüye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Toplumumuzun belli kesimlerinde ötekinin inancına karşı hoşgörünün eksik olduğunu ve bunun ancak eğitimle geliştirilebileceğini düşünüyorum. Bu konuda da sadece devlete değil, tüm sivil topluma görev düştüğünü düşünüyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
 
 
Sunan: Gülsen Kırbaş
TÜRSAB Kültür Komitesi Sekreteri
NOVITAS Turizm ve Seyahat Acentası sahibi

  • çerez

çerez

kabul