İstanbul’un tarihi yarımadasının karşısında, Haliç’in kuzey yakasında yer alan bölge, daha 5. yüzyılda Bizans imparatorları tarafından yerleşime açılmıştı.Bu dönemde Bizanslılar buraya, “karşı taraf” anlamında “Peran” derlerdi. Zamanla bu isim, Haliç’in tüm kuzey sırtlarını kapsayan semtin adı olarak Pera şekline dönüştü. 14. yüzyılda bu bölgede özerk bir yönetim kuran Cenovalılar, bölgeyi surlarla çevirdiler ve bugün de semtin simgesi olan Galata kulesini diktiler. 15. ya da 16. yüzyılda ise, bu bölgede sarayı olan bir prensin adından ilhamla, “Beyoğlu” adı kullanılmaya başlandı.
Pera, 15. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin en önemli eğitim kurumlarından Galatasarayı Ocağı’nın burada kurulmasıyla önem kazandı ve yerleşime açıldı.
Bizans devlet geleneğinin devamı olarak, devletin yönetim merkezini eski Konstantinopolis’te tutan Osmanlı devleti, Batı’yla kurduğu yeni siyasal, finansal ve sosyal ilişkilerini, Haliç’in kuzeyinde geliştirdiği yeni ve Avrupai görünümlü Pera semtinde geliştirmeyi seçti.
Böylece ilk yabancı elçilikler ve bunların tüm dini, sosyal fasiliteleri ( okulları, kiliseleri, manastırları ), ilk önemli finans kurumları, örneğin Osmanlı Bankası, Osmanlı’nın ilk tiyatrosu olan Naum tiyatrosu ve daha birçok kültür ve eğlence kurumları, ilk oteller, barlar, cafeler, ilk lüks tüketim mağazaları, moda evleri, Batı örneğinde ilk apartmanlar, ilk metro, ki Avrupa’nın ve dünyanın üçüncü metro hattıdır, burada açıldı. İstanbul’da ilk Belediye örgütü de burada kuruldu.
Böylece Pera, geleneksel İstanbul’un karşısında, Osmanlı’nın Batı’ya açılan penceresi, şehir içinde bir “ Avrupa’lı şehir” oldu.
Pera 19. yüzyılda ilk kez bir köprüyle İstanbul’a bağlandı. 20. yüzyılda ise Beyoğlu ismiyle anılır oldu.
Pera’nın limanı olan Galata bölgesinden Taksim tepelerine kadar uzanan semt, dün olduğu gibi, bugün de, bir yandan Marmara’ya, bir yandan Haliç’e inen sırtlar ve yollarla, modern İstanbul’un kalbi ve fiziki merkezi olan Taksim üzerinden Boğaz’a, Haliç’e ve 3 köprüyle İstanbul yakasına bağlanır.
Pek çok noktasından Boğaz’a ve Haliç’e nazır manzarası, yüzlerce yıllık tarihi dokusu, 19. ve 20. yüzyılın tipik mimari stillerini ve tanınmış mimarların imzalarını taşıyan anıt binalarıyla her dil ve dinden insanları hala içinde barındıran kozmopolit ve hoşgörülü yapısıyla, 24 saat yaşayan kültür ve eğlence hayatıyla Beyoğlu, dünyada eşine az rastlanan bir kültürler potasıdır. Beyoğlu’nun ilginç dokusunu oluşturan ve yaşları 500 yıla kadar geri giden yapılar ve kurumlar arasında kültür kurumları, tiyatrolar, eğlence yerleri, oteller, Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca eğitim veren çok iyi okullar, kiliseler, sinagoglar, manastırlar, bankalar, Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Fransız-İtalyan-İspanyol kökenli Levantenlere , Alman-Avusturya-İngiliz-Hollanda-Danimarka,-İsveç,vd. Anglosakson kökenli gruplara ait ve halen yaşayan vakıflar, dernekler, sosyal merkezler vardır.
Günümüzde Beyoğlu ve geniş çevresi, bir yandan sahildeki liman işletmeleriyle deniz ticaretini ve bağlantılı sektörleri, diğer yandan büyük iş merkezleriyle ticaret ve finans yaşamını barındırmakta, aynı zamanda sahip olduğu İstanbul’un en kaliteli 4 ve 5 yıldızlı otelleri, kongre ve fuar merkezleri ile de dünya çapında bilimsel ve sosyal toplantılara odaklık edebilmektedir.
Beyoğlu’nun, metropolitan İstanbul’un her noktasına dağılan ulaşım ağının merkezindeki konumu, tüm bu fonksiyonları mümkün kılmaktadır.
20. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle ortaya çıkan siyasi ve sosyal değişiklikler, özellikle Beyoğlu’nun sosyal ve fiziki strüktürünü değiştirmiştir. Bazı kurumlar işlevlerini kaybetmiş, sosyal yapıda yer değiştirmeler olmuş ve birçok bina işlev değiştirmiş ya da hala değiştirmeyi beklemektedir.
Yeni Türkiye Cumhuriye’nin 20. yüzyıl boyunca verdiği ekonomik ve sosyal kalkınma çabaları, kendini en çok Beyoğlu semtinde hissettirmiştir. Son 20 yılda bu bölge, 19. yüzyıldaki görkemli kültür-sanat-eğlence merkezi konumuna geri dönmüş, İstanbul’un en önemli ve rant getiren çekim merkezi olmuştur.
İstanbul, 2015