0212 251 2808 (pbx) novitas@novitas.com.tr
0212 251 2808 (pbx) novitas@novitas.com.tr

AZERBAYCAN

AZERBAYCAN

Geçtiğimiz Haziran ayı içinde, acentamız NOVITAS Turizmle bir grup gezgin için düzenlediğimiz gezi, bizi alışılmış rotaların dışında, farklı yerlere, bir yandan çok bildik, tanıdık, bir yandan da bir o kadar uzak ve yer yer acılarla örülü ortak geçmişimize götürdü.

Bu ilginç geziden bizde kalanları sizlerle paylaşmak istedim.
Çok uzak tarihlerden bu yana, yan yana, iç içe, kah savaş, kah barış içinde yaşayageldiğimiz bu üç ülke ve halkları, gerek birbirleriyle, gerekse bizim yakın geçmişimiz olan Osmanlı’yla etle tırnak gibi ayrılmaz bir bütünün parçaları olagelmişti. Geçtiğimiz yüzyılda paylaştıkları ortak kader ise, adına Sovyetler Birliği denen milletler ve kültürler mozaiğinin birer parçası olmalarıydı; ta ki 1990’ların başlarında bağımsızlıklarını ve bugünlerine damgasını vuran yeni kimliklerini kazanana ve yeni tarihlerini yazana dek. İşte bugün bu üç ülkeyi gezen bir gezgin, birbirinden çok farklı kültürlere sahip bu üç ülkede, ortak olan bir şeyi hemen görebiliyor: dev bir imparatorluktan ayrılıp kendi ayakları üstünde durmanın ekonomik, sosyal ve kültürel sancılarını, sırtlarını dayayacak “büyük birader”in yokluğunda önce karınlarını doyurmanın, daha sonra da ekonomik gelişmenin ve kalkınmanın zorluklarını, ama tüm bunlara karşılık, sahip oldukları zengin ve kadim kültürlerin mirasını yeniden canlandırmanın ve sonuna kadar “kendi olmanın” çocuksu coşkusu ve itici gücünü.
İşte bir öğle vakti THY uçağıyla Bakü’ye indiğimiz ilk andan itibaren bu karmaşık duygular bizi de sarıveriyordu.

BAKÜ: Hazar kıyısında bir kültür ve petrol vahası
Bakü’nün Tanrı vergisi olan petrol zenginliğinin, Azerbaycan’ı daha Sovyet döneminde farklı bir konuma taşıdığını, Bakü’nün Sovyetler için ayrıcalığını ve farklılığını, kentin o zamanlar da zengin, mamur ve kültür ve sanatla yoğrulmuş olduğunu biliyorduk. “Bakü’de her evde bir piyano vardır” cümlesi bizler için gıpta ve özlemle karışık duygular yaratan bir şehir efsanesi gibiydi. Nazım’ın anılarında önemli bir yer tutan, hatta vatana dönemezse gömülmek istediği yer olan Bakü, dünya sosyalizm tarihinin de nice önemli toplantı ve olaylarına sahne olmuş bir kült şehirdi adeta. Şimdi klimalı otobüsümüzle havaalanından şehir merkezine doğru ilerlerken, kafamızdaki sorular, eski Bakü’den ne kalmış, üstüne neler eklenmiş, ve en önemlisi “nasıl bir kimlik kazanmış” sorularıydı. Şehir merkezine varmamızla sorunun cevabı kendini tüm görkemiyle gösterdi. Bakü, Sovyetlerin dağılmasından sonra geçen yaklaşık 20 yılda, Batılı bir modern kent havasına hızla bürünmüş, ama tüm ölçüler o kadar devasa ki, emperyal bir görüntü sergiliyor. Her yer, dev gökdelenler, kocaman konut blokları, AVM’lerle dolu. Ve durmadan da yenileri yapılıyor. Bir yandan, Sovyet döneminden kalma eski dev binalar ve bloklar, sarı bir doğal taşla kaplanarak, estetik bir görünüme kavuşturuluyor, diğer yandan 20. yüzyıl başına ait Neoklasik stilde yeni cepheler oluşturuluyor, ya da tüm bunların karşıtı olarak bizdeki modern konut projelerini andıran devasa camdan kuleler, “burgulu-murgulu” ilginç yapılar dikiliyor. Tüm bunlar, yüzünü Hazar Denizi’ne dönmüş bu kalabalık kentte, nispeten dar bir alanda yoğun bir yapılaşma sergiliyor. Ama bu büyük ölçekler, ilginç bir şekilde insanın üstüne gelmiyor. Çoğu yerde zevkli bir birliktelik oluşturmayı başarıyor. Tabii bunda deniz faktörünün ve kente nefes aldıran pek çok park ve yeşil alanın rolü büyük. Eski liman hemen şehrin göbeğinde. Ama şimdilerde bu alan, turizm ve rekreasyon alanı olarak yeniden düzenlenecek ve liman şehrin dışına taşınacak. Sözü edilen proje, köprülerle denizi geçen eğlence ve dinlenme alanlarını, yeşil alanları öngörüyor ve maliyeti çok milyon dolarlarla ifade ediliyor. 5 yıldızlı oteller birbirini izliyor. Bütün bu projelerde sayısız yabancı şirket pay almış durumda. Pek çok Batılı şirketin yanı sıra, Japonlar, Koreliler ve tabii ki Türkler ön planda. Çok sayıda Türk inşaat, turizm şirketi ve tedarikçi firmalar, Azerbaycan’ı üs edinmiş durumda. Harıl harıl çalışıyorlar. Tabii tüm bu ekonominin dinamosu olan petrol kuyuları da gece gündüz demeden çalışıyor.

Geçtiğimiz Haziran ayı içinde, acentamız NOVITAS Turizmle bir grup gezgin için düzenlediğimiz gezi, bizi alışılmış rotaların dışında, farklı yerlere, bir yandan çok bildik, tanıdık, bir yandan da bir o kadar uzak ve yer yer acılarla örülü ortak geçmişimize götürdü.

Bu ilginç geziden bizde kalanları sizlerle paylaşmak istedim.
Çok uzak tarihlerden bu yana, yan yana, iç içe, kah savaş, kah barış içinde yaşayageldiğimiz bu üç ülke ve halkları, gerek birbirleriyle, gerekse bizim yakın geçmişimiz olan Osmanlı’yla etle tırnak gibi ayrılmaz bir bütünün parçaları olagelmişti. Geçtiğimiz yüzyılda paylaştıkları ortak kader ise, adına Sovyetler Birliği denen milletler ve kültürler mozaiğinin birer parçası olmalarıydı; ta ki 1990’ların başlarında bağımsızlıklarını ve bugünlerine damgasını vuran yeni kimliklerini kazanana ve yeni tarihlerini yazana dek. İşte bugün bu üç ülkeyi gezen bir gezgin, birbirinden çok farklı kültürlere sahip bu üç ülkede, ortak olan bir şeyi hemen görebiliyor: dev bir imparatorluktan ayrılıp kendi ayakları üstünde durmanın ekonomik, sosyal ve kültürel sancılarını, sırtlarını dayayacak “büyük birader”in yokluğunda önce karınlarını doyurmanın, daha sonra da ekonomik gelişmenin ve kalkınmanın zorluklarını, ama tüm bunlara karşılık, sahip oldukları zengin ve kadim kültürlerin mirasını yeniden canlandırmanın ve sonuna kadar “kendi olmanın” çocuksu coşkusu ve itici gücünü.
İşte bir öğle vakti THY uçağıyla Bakü’ye indiğimiz ilk andan itibaren bu karmaşık duygular bizi de sarıveriyordu.

BAKÜ: Hazar kıyısında bir kültür ve petrol vahası
Bakü’nün Tanrı vergisi olan petrol zenginliğinin, Azerbaycan’ı daha Sovyet döneminde farklı bir konuma taşıdığını, Bakü’nün Sovyetler için ayrıcalığını ve farklılığını, kentin o zamanlar da zengin, mamur ve kültür ve sanatla yoğrulmuş olduğunu biliyorduk. “Bakü’de her evde bir piyano vardır” cümlesi bizler için gıpta ve özlemle karışık duygular yaratan bir şehir efsanesi gibiydi. Nazım’ın anılarında önemli bir yer tutan, hatta vatana dönemezse gömülmek istediği yer olan Bakü, dünya sosyalizm tarihinin de nice önemli toplantı ve olaylarına sahne olmuş bir kült şehirdi adeta. Şimdi klimalı otobüsümüzle havaalanından şehir merkezine doğru ilerlerken, kafamızdaki sorular, eski Bakü’den ne kalmış, üstüne neler eklenmiş, ve en önemlisi “nasıl bir kimlik kazanmış” sorularıydı. Şehir merkezine varmamızla sorunun cevabı kendini tüm görkemiyle gösterdi. Bakü, Sovyetlerin dağılmasından sonra geçen yaklaşık 20 yılda, Batılı bir modern kent havasına hızla bürünmüş, ama tüm ölçüler o kadar devasa ki, emperyal bir görüntü sergiliyor. Her yer, dev gökdelenler, kocaman konut blokları, AVM’lerle dolu. Ve durmadan da yenileri yapılıyor. Bir yandan, Sovyet döneminden kalma eski dev binalar ve bloklar, sarı bir doğal taşla kaplanarak, estetik bir görünüme kavuşturuluyor, diğer yandan 20. yüzyıl başına ait Neoklasik stilde yeni cepheler oluşturuluyor, ya da tüm bunların karşıtı olarak bizdeki modern konut projelerini andıran devasa camdan kuleler, “burgulu-murgulu” ilginç yapılar dikiliyor. Tüm bunlar, yüzünü Hazar Denizi’ne dönmüş bu kalabalık kentte, nispeten dar bir alanda yoğun bir yapılaşma sergiliyor. Ama bu büyük ölçekler, ilginç bir şekilde insanın üstüne gelmiyor. Çoğu yerde zevkli bir birliktelik oluşturmayı başarıyor. Tabii bunda deniz faktörünün ve kente nefes aldıran pek çok park ve yeşil alanın rolü büyük. Eski liman hemen şehrin göbeğinde. Ama şimdilerde bu alan, turizm ve rekreasyon alanı olarak yeniden düzenlenecek ve liman şehrin dışına taşınacak. Sözü edilen proje, köprülerle denizi geçen eğlence ve dinlenme alanlarını, yeşil alanları öngörüyor ve maliyeti çok milyon dolarlarla ifade ediliyor. 5 yıldızlı oteller birbirini izliyor. Bütün bu projelerde sayısız yabancı şirket pay almış durumda. Pek çok Batılı şirketin yanı sıra, Japonlar, Koreliler ve tabii ki Türkler ön planda. Çok sayıda Türk inşaat, turizm şirketi ve tedarikçi firmalar, Azerbaycan’ı üs edinmiş durumda. Harıl harıl çalışıyorlar. Tabii tüm bu ekonominin dinamosu olan petrol kuyuları da gece gündüz demeden çalışıyor.

  • çerez

çerez

kabul